20 Mayıs 2011 Cuma

BOMBA PATLADI!

(Bu yazı daha önce Hurriyet Aile'de yayınlanmıştır.)

Tak tak....
"Kim o?"
"Benim ben , kanser!"

İşte böyle basit bir şekilde çaldı benim kapımı da bu kanser. Bir gün, aniden, herkesi şok eden bir şekilde. Donduk kaldık.

Jinekoloğum "bir sonraki aya kadar sıcak su ve sabun ile masaj yap geçmez ise ultrasonla bakarız"deyince, nasılda derin bir "oohhhhh" çekmiştim. Ve kızmıştım kendime. "Ne karamsar bir kadınsın be Özlem! Yine durduk yerde ne hikayeler yazdın kendi kendine. Al işte bak ne dedi doktor! Sen yine kendi kendini yemekle bitirdin!".....

Aslında bunu demeyi, böyle devam etmeyi ne çok isterdim biliyor musun sevgili okur:((

Derken bir ay sonraki elle muayenede, kitlenin fındık büyüklüğünden ceviz büyüklüğüne ulaştığını ve sertleştiğini görerek paniğe kapıldım ve utanarak ta olsa genel cerrah olan kayınpederime, kimseler duymadan "benim göğsümde bir kitle var!" dedim.

"Derhal ultrason ve mamogram istiyorum hemen!" dedi. Korktum ve soluğu bir genel cerrahın kapısında buldum.

Hani derler ya bazı zor anlarda "zaman geçmek bilmiyor"; işte öylesi bir anı yaşadım ben de genel cerrahın odasında. Saliseler bile geçmedi, oda daraldıkça daraldı, duvarlar hareketlenmeye, eşyalar üzerime yürümeye başladı da, doktor ağzını açıp tek kelime söylemedi muayene sırasında.

"Ultrason odasına geçelim lütfen" deyince, dedim " bir terslik var". Dizlerimin bağı çözülmüş bir durumda ve de tek başımayım. Mehmet evde çocuklarla.

Derken odaya bir doktor daha giriyor, iki doktor kafa kafaya vermiş fısır fısır konuşurken ben seçtiğim kelimelerden bir cümle oluşturmaya çabalıyorum, ama olmuyor, anlamıyorum. "Ne diyor bu doktorlar?".

"Bir de mamografi alalım" deyince ben de ipler kopuyor, başlıyorum ağlamaya. "Biliyorum kötü bir şey var, ne oluyor?" diye sorunca doktor" sakin olun, yapılması gereken rutin kontrolleri yapıyoruz" diyerek beni sakinleştirmeye çabalıyor.

Mamografi de yetmiyor doktora, bizzat kendisi konuşarak ince iğne biyopsisi için randevu alıyor bana. "Şüphelerim var" demekle yetiniyor ve beni Salı günü yapılacak ince iğne biyopsisinin sonucuna göre tekrar görmek istiyor.

O andan sonra ortalık toz duman, gri, yok yok hatta siyah, simsiyah benim için. Hemen Mehmet'i arıyorum, çocukları bir yere bırakıp benim yanıma geliyor ve her zamanki temiz ve pozitif duyguları ile sakin olup, iyi düşünmemi, herşeyin sadece detaylı bir kontrolden ibaret olduğunu, ailemizde böyle bir şey sözkonusu değilken, benim de böyle bir risk taşımayacağımı uzun uzun, tatlı tatlı anlatıyor canım kocam.

(Keşke dedikleri doğru çıksaydı...)

Bir insanın hayatı 5 gün içinde değişir mi?

Evet değişir, benim değişti, olurmuş, oldu da!!

Biyopsi sonrası hala böylesi bir ihtimali düşünmediğimden olsa gerek, daha doğrusu kendime yakıştırmadığımdan, kendimi şımartma ihtiyacı hissediyor, soluğu bir kuyumcuda alıyorum.

Gülmeyin. kadınız biz! Her şer altında bile güzelliğimizi, özeni, bakımı, süsü, püsü düşünürüz.

Çok sıkıntı çektim ya son dört günde, sözde bir şey çıkmayacak ya bu biyopsi sonrasında kendimi ödüllendireyim istedim. Kullanmadığım altınlarımı verip ışıl ışıl parlayan pırlanta bir bilezik aldım kendime. Nasıl mutlu oldum, nasıl şımardım anlatamam. Bu kısacık sevinç anı inanın bana tüm sıkıntılarımı unuturdu çok kısa bir süre için.

Yani neymiş? Kadın her daim kadınmış. Süs,püs, şıklık, güzellik istermiş. (İleride bu konuyu size yine hatırlatacağım. Hastalık bile kadına kendini güzel hissettirmesini unutturmuyor, unutturmamalı da.)

Beşinci gün bomba patladı. Sonuçlar geldi, daha doğrusu gelmiş. Kayınpederim ve Mehmet benden önce öğrenmişler, bana nasıl aktaracaklarınını planını yapıyorlarmış.

Ne planı, hangi plan öyle değil mi?

Kötü haber tez duyulur derler ya hani, duyuldu, daha doğrusu sürekli meşgul çalan telefonlardan anladım ben durumumu.

Kapıma kadar gelmiş kanseri buyur etmek maalesef bana düştü!

6 Mayıs 2011 Cuma

Mayıs ayına yeni kararlar alarak girdim kendi adıma. Bunlardan biri de PEMBE GÜÇ'ü daha aktif, daha etkin, daha hareketli ve ulaşılır kılmak.

Elimden geldiğince düzenli bir şekilde yazmaya çalışacağım. Hatta beni yeni tanıyanlar için hikayemi en başından alacağım. Sizleri yeni ve en son gelişmelerden haberdar ederek "meme kanseri" hakkında bildiklerinizi, bilmediklerinizi yazıp anlatacağım.

Amacım kadınları, genç kızları "meme kanseri" hakkında bilinçlendirip bilgilendirirken aynı zamanda PEMBE GÜÇ DERNEĞİ çatısı altında toplanarak "gönüllülük" esaslarını anlatmak, öğretmek ve ihtiyaç halinde harekete geçmek için farkındalık yaratmak.

Bana olmaz demeyin; zira "kadın" olmak bu riski taşımak anlamına geliyor. O yüzden siz siz olun, kontrollerinizi ihmal etmeyin, bu konuda yapılan çalışmaları takip etmeye devam edin.

Bir de mümkünse hem kendiniz hem de bu toplumda size ve sizin desteğinize ihtiyaç duyabilecek birileri için harekete geçin, bu şekilde çalışanlara, gönüllülere destek verin. Hastalık sürecinde uzatacağınız bir el, edeceğiniz bir telefon, söyleyeceğiniz bir çift güzel söz, emin olun verilen o ilaçlar kadar etkili ve faydalı olacaktır hasta kişinin bünyesinde, buna inanın.

Şimdi sizleri taaa 5 yıl öncesine götürüyor, hikayemle başbaşa bırakıyorum.

Sağlık ve esenlik dolu güzel günlerde buluşabilmek dileği ile.

(Bu yazı daha önce Hürriyet Aile'de yer alan PEMBE GÜÇ köşesinde yayınlanmıştır.)

-------------------------------------
İLK KARŞILAŞMA


İlk karşılaşma karşı cinsler için heyecan, enerji, çekim dolu bir andır çoğu zaman. Etkileyicidir, unutulmaz, yıllar geçse de hatırlanır an be an; hele hele bir "aşk" sözkonusu ise....

Peki bu karşılaşma karşı cins ile değil de bir "kitle" ile olsa ne hissedersiniz?

Cevap veriyorum; korkudan eliniz ayağınız buz kesiyor, ayaklarınız tutmuyor, öylece kalakalıyorsunuz. Kendinizi kilitlediğiniz tuvaletin duvarları üzerinize üzerinize geliyor, haykırmak istiyorsunuz sesiniz çıkmıyor, kapıyı yumruklamak, birilerinin sizi oradan çekip almasını istiyorsunuz, elleriniz kalkmıyor.

Yataktan kalmadan çok kısa bir süre önce soldan sağa dönerken ince bir sızı hissediyorum sağ ğöğsümde. Rüyada mıyım, değil miyim bilmiyorum, canım acıyor. Dar atıyorum kendimi banyoya. Nedir bu acıyan şey acaba?

Ayna karşısında geceliğimi sıyırmış kendime bakıyorum. Gözle görülür bir şey yok! Acaba geceliğin düğmesi mi batmış ya da yaralamış, çizmiş diyorum, herhangi bir iz bulamıyorum.

Elle muayene başlıyorum. Acıyan nokta ile başlıyorum muayeneye.İşte orada! Yuvarlak, fındık kadar, sert gibi...

Senaryolar birbiri ardına diziliyor. Tanrı'm sen aklıma sahip çık! Çıkıyorum banyodan, istikamet salon.

Ev halkı henüz uykuda, ev sessiz. " Nedir bu, nedir, nedir?" diye söylenirken bir yandan da deli gibi yemek masasının etrafını turluyorum, farkında değilim.

"Hayırdır sabah sabah, spora mı başladın?" diyen kocamın sesi ile irkiliyorum. attığım bakış, neredeyse beyaza çalan soluk benzim, kocamı ürkütmüş olmalı ki, tekrarlıyor. " Ne oldu?"

"Sağ göğsüm acıyor, baktım sert bir şey geldi elime, ne ola ki?"

"Hemen yazdın yine değil mi, anladım ben, suratından belli!!"

"Yok, diyemiyorum, haklı."

"Dur, sakin ol lütfen! Hemen doktorunu ara, içini rahat tut, kötü olması ihtimali yok ki! Lütfen yapma böyle, hem daha yeni bitti emzirme olayı, süt birikmiştir. (Mehmet hep böyle zaten.... Pozitif, bardağın dolu tarafını gören, umut veren bir yüreği var! İyi ki de öyle, ilerleyen zamanlarda bu anlamda en büyük destekçim oluyor kocam benim.)

Jinekoloğumu arıyorum, derdimi anlatıyorum. Bugün musait zamanım yok maalesef, haftaya gel bakalım ama meraklanacak bir durum olduğunu düşünmüyorum, emzirmeyi henüz bıraktın, normaldir" diyor. Bu sözler içime su serpiyor, rahatlıyorum.

Doğru ne de olsa! Hem bizim ailede hiç "meme kanseri" vakası yok ki?

Yok sayıyorum kitleyi, acımı unutuyorum, belleğimin en zayıf noktasına, hatırlamamak üzere, en geri plana atıyorum varlığını ve bana hissettirdiği tüm olumsuz duyguları! Ne de olsa çok gencim değil mi?

Ama değilmiş...... Kapım çalınmış bir kere....